English version is here

28.2.13

Blux Touch's latest innovation 'Wave & Pose' hit the App Stores worldwide on February 22, 2013

Wave&Pose Cool!
Bookmark and Share
Stratos tarafından gönderildi saat: 0 Yorum

26.5.10

Küçük İzmir Tarihi

İzmir, yaklaşık 5 bin yıl önce Bayraklı’da bugün Tepekule olarak adlandıran bölgede kurulmuştur. MÖ 33’de Büyük İskender şehri Kadifekale eteklerine taşır. İon Birliği’nin bir üyesi olan İzmir, antik dönemde Friglerin, Lidyalıların, Roma ve Bizanslıların yönetiminde kalır. Bizans dönemine kadar hep Efes'in gölgesinde kalan İzmir, daha sonra Efes’in gerilemesiyle birlikte Küçük Asya’nın birinci kenti haline gelir. Antik çağın anıtsal destanı olan İlyada’nın yazarı Homeros ise bilinen en ünlü İzmirlidir.
Türkler, İzmir’e 11. yüzyılda gelirler. Bu dönemden sonra nispi bir gerileme yaşayan İzmir, 16. yüzyıldan itibaren bir ticaret ve ihracat merkezi olarak yeniden gelişme gösterir. 18. ve 19. yüzyıllarda ise bu gelişme daha da hızlanır.
19. yüzyılda Ticaret hacmi açısından İstanbul'u dahi sollayan İzmir, Osmanlı'nın en fazla gelir elde ettiği vilayetlerin başında gelmekte, Avrupa'nın da en önemli ticaret merkezlerinden biri olma unvanını elinde bulundurmaktaydı. Bu dönemde Avrupa'dan İzmir'e doğru olan tüccar akını, kentin çok uluslu bir yapı oluşturmasına neden olur. Öyle ki, bu çok ulusluluk, İzmir'de Osmanlı'nın bile otoritesini tartışılır hale getirebilmiştir. 1905 yılında 140 bini İslam/Türk, 120 bini Rum, 30 bini Ermeni, 30 bini Yahudi, 30 bini ise Avrupalı olmak üzere şehirde yaklaşık 350 bin kişi yaşamaktadır. Şehirde ticari ve iktisadi hareketliliğin yanı sıra kültür ve sanat açısından zengin bir sosyal yaşam söz konusudur. İzmir, okulları, tiyatro, kütüphane ve gazeteleri ile dikkat çeker.
I. Dünya Savaşı ile birlikte bu çok kültürlü barış ortamı birden son bulur. Daha sonraki süreçte düşmanlıklar derinleşir ve 1922 Eylül’ünde Basmane’den başlayan ve nerdeyse şehrin dörtte üçünü tahrip eden büyük bir yangınla İzmir’in çok kültürlü ortamı bir daha geri gelmemecesine yok olur gider. 

Etiketler: , ,

Bookmark and Share
Stratos tarafından gönderildi saat: 0 Yorum

27.10.09

Acayip bir ikilem...

Benim bilmediğim "Türkler" diye dünya üzerinde insanlıktan ayrı değer yargılarına sahip olması gereken canlılar mı var?

21. yüzyıldayız, hepimiz az çok insanlık ve felsefe tarihi okumuş insanlarız. İnsanoğlunun en temel niteliklerini ve İnsan Hakları Sözleşmesi'nden kaynaklanan hakları ne hakla ve ne şekilde Türklere layık görülmez anlamıyorum.

Evet "insan" bencil bir varlıktır. İnsan yaşamını bireysel mutluluğa erişmek için inşa eder. JFK'in düşüncesi ancak sıradışı koşullarda geçerlidir. Yaklaşık 2600 yıllık yazılı tarihi inkar edemezsiniz. Kimse kendi çıkarlarıyla çatıştığında normal koşullarda vatanı için hizmet falan vermez. Vermesini beklemek safdillik ve riyakarlıktır. Sonra adama sorarlar ülken sana ne verdi diye; hem de bu kadar kibar olmazlar bunu sorarken!

İkincisi, söz hakkı bir temel insan hakkıdır. Kimse "milletine ne hizmet ettin ki ülkeni eleştiriyorsun" falan diyemez. Çünkü kendi görüşüne göre gördüklerini eleştirmek HERKESİN hakkıdır, dersen de sana "faşist" derler ve sapına kadar da haklı olurlar!

Üçüncüsü, 21. yüzyılda yurtdışında yaşayanlara nasılsa döneceksiniz kürkçü dükkanına falan demek aba altından sopa göstermektir ve hem utanç kaynağı hem de çağdışı bir bağnazlıktır. Dünya'nın bu denli küçüldüğü, bir malın hangi ülke tarafından üretildiğinin bile belli olmadığı bir sosyolojide, bir insana bir ülkede yaşama zorunluluğu hissettirilmesi en kibar deyimle haksızlıktır. "Ben döndüm hepiniz döneceksiniz" kıskançlığının bir yansıması, ve baskıcı eğitim sisteminin bir sonucudur.

Eğer bir "yabancı", Hristiyan yoğun bir ülkede eğer Hristiyan aleminin yaşayan (bazılarınca) en yüce varlığına suikast düzenleyen bir ülkeden geliyorsa, ve hiçbirşey olmamış gibi hayatına devam etmeyi bekliyorsa bunun adı kendini kandırmaktır. 1960'lı yıllarda Makarios idrarını kuburun dışına taşırdı diye binlerce rum vatandaşını ülkeden sürmüş bir ülkenin vatandaşıysa hele bu kendini kandırmayı geçer, "hep bana, hep bana" ve "herkes yanlış bir ben doğruyum" oryantalliğine uzanır. Tüm ülkelerin gözü Türkiye'nin üzerinde ve herkes Türkiye'den birşeyler istiyor! Kendinizi kandırmayın beyler, İmparatorluk günleri geride kaldı. CIA'in Türkiye masası 5 kişiden oluşuyor. Dağılmadan önce Çekoslavakya masası bile Çekoslavakyalılaştıramadıkları 20 kişiden oluşuyordu. Ayrıca çalışıldı bir servet üretildi de (bkz. 2. Dünya Savaşı sonrası Almanya'sı) birileri savaş (fiziki veya ekonomik ve hatta siyasi) yoluyla bu serveti elinizden mi aldı?

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nda yazdığı şekilde bir sosyal devlet olsa gerektir. Ve sosyal devletlerde, idari yapı vatandaşına gelişmesi için hizmet vermekle, vatandaş da 'sosyal kontrat' gereği vergi ödemekle mükelleftir. O kadar! Devletin işidir hekimleri okutmak. Tekke mantığıyla sonra kul edinemez sosyal devlet vatandaşını. O da gider ister Türkiye'de ister A.B.D.'de isterse Kuzey Kore Halk Cumhuriyeti'nde yaşar ve vergisini öder. Orada yaşayan Türklere Amerikalılar Türkiye'ye giderken "hop birader, biz sana burda bunca yıl know how öğrettik, önce gel bi bizim toplama kamplarında bir çalış bi on yıl kadar falan sonra gidersin" dediler mi? Demediler! Dönenler de bal gibi, hem mesleki hem de kişisel know how birikiminizi aldılar, bir güzel Türkiye'ye döndüler ve orada bunu refah ve mutluluğa çevirdiler. Kimsenin de buna diyecek birşeyi olamadı, olamazdı da....

Dünya'da hiçbir ülkenin veya bir ülke vatandaşlarının üstünlük veya aşağılık iddiaları olamaz. Olması insan doğasına ve insanlığın kazanımlarına terstir. Eğer bu gözlemleniyorsa, başka etkenlerin, komplekslerin, şartlanmaların, baskıların eseridir bu ve kişinin düşünsel değerini azaltmaktan başka amaca hizmet etmez.
Bookmark and Share
Stratos tarafından gönderildi saat: 0 Yorum

8.10.09

Yaz Bitti!

Her yıl olduğu gibi, bloga bu yaz da ara verdik. Tabii dünya durmadı, Türkiye'de gündem hiç durmadı. Hükümetin giderek popüleritesini yitirmesi, ekonomik krizin derinleşmesi ve demokratikleşme "açılımları" gündemi sonbahara taşırken Türkiye'nin komşudan alması gereken örnekler çoğaldı.
Yunanistan'da Karamanlis hükümeti, skandallar, ekonomik kriz, yangınlar derken aniden erken seçime gitme kararı aldı ve 4 Ekim'de hükümetten düştü. Pasok uzun bir aradan sonra Giorgos Papandreu önderliğinde iktidara döndü. Yunanistan aslında bu seçimlerle Avrupa'nın ne kadar önemli bir parçası olduğunu da kanıtlamış oldu. Batı değerleri zaman zaman geleneğin tuzağına düşse de komşuda gidişin önemli bir faktörü olmaya devam ediyor. Umudumuz Papandreu iktidarının krizle beraber düşen güveni onarması ve turizm başta olmak üzere atardamarı oluşturan sektörleri politikalarıyla desteklemesi. Bu arada seçimlerle ilgili önemli bir not da seçmenin bu seçimlerde giderek artan oy dağılmasına ve ilgisizliğe bir son verip ipleri eline almak konusunda istekli görünmesi. Partiler bazında oy artışının sadece PASOK, LAOS ve Ekolojist Parti'de görülmesi, irili ufaklı diğer tüm partilerin seçimden oy kaybıyla çıkması bunun bir göstergesi.
Suyun bu yanında ise aslında değişen pek afzla birşey yok. Lafla peynir gemisi yürümekte. Yaz başındaki gündeme yeni maddeler eklenmekle birlikte, bunlar da önceki konular gibi sığ, pratiği olmayan laf ola beri gele maddeler. Krizin derinleşmesine, genç işsizlik oranının %30'a dayanmasına karşın ekonomi cephesinde yeni bir şey yok. Yaz boyu sürdürülen otomotiv ve bilişim sektörlerine özgü peşin vergi indirimleri de Ekim başında sona erdiğinden tüketici hareketi yine bir kış uykusuna yatacak gibi görünüyor.
Ama ben bloguma dönmekten ötürü mutluyum. Umarım bu kış bol bol sohbet etme fırsatımız olur. Görüş ve eleştirilerinizi beklerken tekrar hoş bulduk diyorum...
Bookmark and Share
Stratos tarafından gönderildi saat: 0 Yorum

10.6.09

Şeytan Ayrıntıda Gizli

Son yüzyılın ikinci büyük krizi yaşanıyor Dünya'da. İşsizlik heryerde dizboyu. Avrupa Topluluğu ve A.B.D. Türkiye'den duymadım, görmedim, demedim demeyi bırakıp gerçeğe dönmesini talep ediyor habire. Hırsızlıklar, skandallar devletin her kolunu sarmış. Dokunulmazlıklar 24 saatliğine kalsa neredeyse mecliste kimse kalmayacak. Hukuksuzluk kabul edilmiş, ne kadar hukuk lazım bize tartışılıyor. Yani Türkiye yüz yıl önce neredeyse orada.
Gündemde ne var? Sen bana sen diyemezsin! Benim partime Ak demeyen şerefsizdir! Ve bu tartışma deliler gibi sürerken siyasi liderlerin yüzüne bakıyorum, heyecanlılar! Gerçekten tartışıyorlar neden birbirlerine sen demeleri gerektiğini veya gerekmediğini. Benzetmek istemiyorum ama tımarhanedeki delilere, delilere hakaret olacak, ama kendini Napolyon sanan deli gibi ciddiler. Ve milletin seçer gibi yaptığı yüzlerce vekilden biri de itiraz etmiyor. Tamam gelecekleri bu şahısların iki dudağı arasında. Ama bir tek allahın kulu çıkıp da nedir bu gündemin rezilliği demez mi yahu?
Köşe yazarları da onlardan beter. İzmir tartışıyorlar. İzmirli şöyleymiş de böyle değilmiş. Hangi İzmirli? İzmirliler ya mezarda, ya Amerika'da, ya İstanbul'da, birazı Marsiya'da, birazı da Yunanistan'da arkadaşlar. İzmir 1922'den beri kavrulmakta. Ne nefretmiş ama. 100 yıldır geçmek bilmiyor.
Sadece kendinin dinleyeceği operalar bestelemekle batılı olunmuyor. Batılı olabilmenin ilk şartlarından biri özeleştiri yapıp yola uygar bir biçimde çıkmaktır. Ama bunu öğrenmek için daha yüz yılınız var. Çünkü daha 1923'ü yaşıyorsunuz.

Etiketler: , ,

Bookmark and Share
Stratos tarafından gönderildi saat: 0 Yorum

2.6.09

Bahar Yorgunluğu Bahane

Bugün canım yazmak istemiyor hiç. Bahar yorgunluğu mu desem. İki İstanbul'da bir Ankara'da domuz gribi vak'ası mı desem. Yoksa birdenbire kayboluveren Air France uçağı mı desem. Seç seç al. Yoksa otomobil endüstrisinin temel taşlarından General Motors'un iflas korumaya başvurması mı desem. Obama'nın yok mu alacak GM'i, çıkaracağız elimizden üç beş aya beyanatı. Türkiye'de acılasak da mı saklasak, acılamasak da mı saklasak, yoksa özür mü dilesek kırdığımız azınlıkları tartışmaları. Aslında biz çok mükemmeliz, bizim üzerimizde ıyunlar oynanmakta, bizi rahat bıraksalar dünyayı fetheder herkese aslında Türk olduklarını ne mutlu anlatırız nidaları. Güneydoğu Anadolu'da petrol var ama bizi bölmeden yedirmeyecekler naraları. Aslında yazacak çok şey, yazmaya takat yok.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi lağvedilmeli buyurmalıydı Avrupa Konseyi temsilcisi zat. O da olacak tabii. Şimdilik başvuranları kazıklamalılar ki başvuramasınlar dedi. Bıktık artık ceza ödemekten, bizim kendimizi düzeltmeye hiç niyetimiz yok, zaten Avrupa Topluluğu'na dostlar alışverişte görsün diye başvurduk, girmeye mirmeye de niyetimiz yok, siz de mahkeme eder gibi yapın ama bize daha fazla para ödetmeyin demeye getirdi. Bence uygundur. Türkiye'nin bir türlü adalet vermek istemediği ahaliyi, o kadar mahkeme masrafı yapacaklarına, o parayla Avrupa'da yaşatma fpnu kursalar, onlar da kurtulsa Türkiye Cumhuriyeti de. Ama bu zındıklar buna da hayır derler. Yok toprağımız, yok evimiz, yok şehrimiz diye.
Durduk yerde rahmetli Hrant Dink düştü gene aklıma. Artık yavaş yavaş yılda bir, 19 Ocak'da hatırlıyoruz. Çok ayıp. Hani hepimiz Ermeni'ydik? Öyle yılda bir gün Ermeni olmakla olmaz bu iş. Habire Ermeni olunmalı. Hrant'a, sevgili Rakel'e çocuklara borcumuz bu, hadi insanlığa borcumuz demeyelim. Ama aslında öyle. Hrant bu bahar balığa çıkamayacak. Hrant bu bahar çocuklara elini uzatamayacak. Sinirlenemeyecek bu bahar Hrant, kızamayacak. Bizim kızmamız lazım, sinirlenmemiz, her mahkeme gününde Beşiktaş'ı panayır yerine çevirmemiz lazım. İnsanların yüzüne hergün Ermeni haline hapsedilmiş Türkleri, Rumları, Kürtleri, Yahudileri, müslümanları, hristiyanları vurmamız lazım.
Hani yazmayacaktık bu Pazartesi. Koca yazı oldu resmen. Yazıyı Hrant'la bağlayalım o zaman. Ahali belki farklı doğduk, ama bu gidişle Hrant'ın kanı yerde bizim Ermenilik de baki kalacak...
Bookmark and Share
Stratos tarafından gönderildi saat: 0 Yorum

31.5.09

Pazar ve Bahar


İzmir'de bahar gecikti bu yıl. Okulların kapanmasına haftalar kala sessiz sedasız sinsice ilerliyor. Öğle sonraları birdenbire gelen otuz dereceler, toplanıp toplanıp indiren sağanaklar, çok geçici sicim bir yağmur belirtileri bu gizli baharın. Çeşme haftasonları aniden kalabalıklaşıyor. Deniz diri çalkantılarına başladı bile. Herşey aylarca sürecek bir karayelin habercisi sanki.
İzmir'in beli daha bir kırık bu bahar. Pazar kaçamaklarından bunaldı insanlar. Hergün bir kaçamak çünkü. Hergün, ekonomik krizden, parasızlıktan, umutsuzluktan çalınan bir gün daha. Güney'in alımlı tembelliği hiç iyi gitmiyor umutsuzlukla. Bu yıl etekler de kısalmadı, şortlar da çekilmedi. Her geçen bahar yeni bir umutsuzluk olarak geliyor İzmir'e.
Kordon kalabalık, birahaneler boş. Sessiz sedasız alıp başını gidecek bahar böyle giderse. Oysa İzmir çıldırmalı baharda. Delirmeli bütün ruhuyla. Alışık olduğumuz, alışık olduğunuz İzmir bu oysa. Sessiz sedasız yeni çiftler dönmeli köşeyi. Birdenbire görmelisiniz. Birdenbire içinize dolmalı hayat. Birdenbire rengarenk bir renk fırtınasına dönüşmeli caddeler. Hıdırellezle gelmeli İzmir'e bahar. Ve hiç gitmemeli.
Şimdi gün yaza dönecek. Ağır bir güneş parlayacak İzmir'in üzerine. Kahveler seyrekleşecek. Köyler işlerine çekilecek. Şehir Çeşme'ye, Urla'ya, Foça'ya kaçacak. İzmir bir bize bir de sokak köpeklerine kalacak. O İzmir'de 2010 acaba nasıl doğacak?
Yaklaşık otuz yıldır süren başaşağı düşüş devam edecek mi? Yoksa İzmir bu baharda olduğunca dibe vurup zıplamaya mı başlayacak?
Yeni birşeyler lazım bu şehre. Derin tarihinin mazgal deliklerinden çıkacak, yavaş yavaş şehri etkisi altına alacak bir büyüye. Dışlanmışlığının bilincinde, yeni bir dünyaya adım atacak belki de. Homeros gibi bir büyüye ihtiyacı var İzmir'in. Hikayesini, bir daha hiç olmasın, bir daha surları hiç kararmasın diye bir daha anlatacak, ve aynı Homeros gibi şehri bir kez daha tarihin altın sayfasına yazacak.
İzmir'de bir Pazar günü. Baharda bir pazar. Ve sessizliğin giderek büyüdüğü, ne çan ne de ezan seslerinin duyulmadığı. İzmir'de bir Pazar günü. Neşenin habercisini bekliyoruz.

Etiketler: , ,

Bookmark and Share
Stratos tarafından gönderildi saat: 0 Yorum